Latest Movie :

NEW YORK'TA BEŞ MİNARE -- YERLİ FİLM İZLE

 YERLİ FİLMİ İZLEMEK İÇİN RESMİN ÜZERİNE TIKLAYIN...

YöNETMEN Mahsun Kırmızıgül
OYuNCuLAR Haluk Bilginer, 
Mahsun Kırmızıgül, Mustafa Sandal,
Danny glover, gina gershon, 
Robert Patrick
YAPIM 2010 Türkiye
SÜRE 110 dk.

“Beyaz Melek”in olanca omurgasız senaryosuna
ve safça bir edayla söylenen tema cümlesine
rağmen yönetmen Kırmızıgül’deki kumaşa ve
samimiyete inandık. Sonra yaklaşık 35 temayı
aynı senaryoda anlatmaya çalıştığı “Güneşi
Gördüm” çıktı karşımıza! Yine samimi duygularla
yazılmış olduğuna inanıp, her şeyin güzel
görüntü çekmekten, filarmoni orkestralarıyla
müzik yapmaktan ve figüranları bile ünlü
tiyatroculardan oluşturmaktan ibaret olmadığını
belirttik. Senaryosunu yazdığı “Gecenin
Kanatları” ile arızanın, senaryo kısmında olduğu
büsbütün ortaya çıktı. Biz o zamanlarda
senaryosuyla daha fazla zaman geçirmesi
gerektiğini, senaryoyu bitirmenin işin yarısı
olduğunu yazdık hatta bizzat söyledik... Ancak
Kırmızıgül kendisini her şeyden yukarıya
çekerek doğru yaptığına inandı ve her seferinde
“ben türkücüydüm diye beni önemsemiyorlar”ın
arkasına sığındı. Turnelerde, sahnelerde
kazanabileceği milyonları elinin tersiyle iterek
sinema yaptığını ama bunun takdir edilmediğini
söyledi. İşin garibi, bu kararından dolayı neden 
takdir beklediğini anlayamadığımızı da anlamadı. 
Banka kredileriyle desteklendiği, 11 milyon 
dolar harcadığı söylenen “New York’ta Beş
Minare”de de hâlâ senaryo zaaflarının apaçık
olması acı bir şey. Umarım artık bunun onun
türkücülüğüyle hiç alakası olmadığını anlar. 
Mahsun Kırmızıgül, filmlerinde hep büyük
şeyler söylemek istiyor. Küçük bir hikaye
anlatmak istese bile onu en büyük şekilde
anlatmak istiyor. Çünkü temasını ‘inceltmeyi’
bilmiyor. Zannediyor ki ne kadar büyük anlatırsa,
sahnelerini müzikle, mizansenle ve tercih ettiği
kamera açılarıyla ne kadar büyütürse o kadar
etkileyici olacak. İşte en büyük sorunu bu. Bu
yüzden filmlerinin ilk sahneleri temasına pek de
hizmet etmeyen büyük aksiyonlarla açılıyor.
“Beyaz Melek”in fos çıkan kovalamacalı açılışını, “Güneşi Gördüm”ün konuyla alakasısız Apaçi
helikopterli açılış sahnesini düşünün... “New
York’ta Beş Minare” de Uğur Mumcu cinayetini
hatırlatan faili meçhul bir cinayetle açılıyor.
Kimin yaptığı da ortaya çıkmıyor üstelik... 
Doğu - Batı sentezi gibi bir araya getirilen iki
polis karakteri var filmin. İsimleri bile, tek
boyutlu bu karakterlerin o tek boyutunu ‘şak’
diye belli etmekte: Fırat Baran (Mahsun
Kırmızıgül) ve Acar Aydın (Mustafa Sandal)!
Sonra ‘Kuşlar Kafeste’ adlı bir operasyonun içine
giriyoruz. Bir İslami terör örgütüne karşı
gerçekleştirilecek çatışmaya sakallı ve çarşaflı
gitmek gerekiyormuş gibi bir izlenim var burada.
Akıllarınca mahalleye kılık değiştirip giren
polislerimiz görünür görünmez anlaşılıyorlar (!)
ve çatışma başlıyor. Sonra çarşaf açılımı
gerçekleşiyor: Operasyon timinden üç polis kara
çarşaflarını kaldırıp otomatik tüfeklerle
çatışmaya dalıyorlar... Akabinde birden emniyet
müdürünün (her zamanki didaktik
oyunculuğuyla Zafer Ergin) yeni mezunlara
yaptığı kısa söylevi izliyoruz! Sonra Fırat’ın içine
sızdığı cemaatte vaaz veren gözleri yaşlı Ali
Sürmeli “İyi insan olun, şeytana uymayın” diyor.
Kimdir, iyi midir, kötü müdür, belli değil. Zaten 
konuya hiç de bağlanmıyor. Sonra Fırat’ı
ülkücülerin arasında görüyoruz. Yine görkemli
nutukların atıldığı kalabalık bir sahne... Ne
oluyor? Bu sahnelerin işlevi ne?  
Sonra iki farklı polis karakterini aynı görevde
buluşturuyor film: New York’a gidip İslami
terörün başı olarak aranan ve FBI’ın bir
operasyonunda yakalanan Deccal kod adlı
terörist başı olduğuna inanılan Hacı Gümüş’ü
(Haluk Bilginer) alıp memlekete getirmek...
Ancak bu hemen gerçekleşemiyor. Hacı
Gümüş’ün, Hıristiyan eşi Maria (soyadı da
Magdelena olmasın?!) ve Marcus (Danny Glover)
başta olmak üzere etrafındaki iyilik çemberine
şahit olan iki polisimiz onun aradıkları kişi
olmadığına ikna oluyorlar. Sonra olaylar FBI’ın
sersem ajanı ‘İslamofobik’ David Becker’ın
(Robert Patrick) etrafa kartvizit dağıtıp durması, Fırat’ın abartılı öfke patlamaları, Acar’ın akıcı
İngilizcesiyle “Her Müslüman terörist değildir”
şeklindeki çıkışları, Maria’nın her göründüğünde
“Haciii” diye ağlaması, Marcus’un sürekli
“Haci’yi 30 yıldır tanırım” demesi ve hep ‘bir
eksik var’ dedirten aksiyon sahneleriyle ilerliyor.
Bitlis’te sonlanan film, hikayeden bağımsız
(ortak noktayı cehalete bağlamaya çalışan),
olmadık başka bir temayla bitiriyor hikayesini... 
Aslında bu olabilir de; ama Kırmızıgül, senaryo
konusundaki acemiliğinin farkında olmadığı için
yeterince kıvrımlı, sarmal bir yapı kurmakta
zorlanıyor. Aksi gibi kendisine de en çok yazmak
konusunda güveniyor. Oysa Hacı Gümüş üzerinde
izleyicide en ufak bir şüphe duygusu yaratamıyor,
herkes üst kimliğiyle var olabiliyor, onca karakter
içinde sadece Hacı’nın az da olsa bir derinliği var.
Bazı sahneler Kırmızıgül’e resim olarak hoş göründükleri ve verdikleri mesajları için var.
Ayasofya’daki iki dinin buluşması gibi, Danny
Glover’ın işlevsiz karakterinin Süleymaniye’de
dolaşması gibi... Mesajlarını cümle cümle
karakterlerine dikte ettiriyor, başka türlü
anlatmayı bilmiyor Kırmızıgül. 
Oysa dinler üzerinde türeyen
hoşgörüsüzlüğün ne kadar yanlış ve kötü
sonuçlara ulaştığını anlatmak daha ciddi bir
metin ve çalışma gerektirir. Paradan, yıldız
oyunculardan, Amerika’dan, sansasyondan çok
daha ciddi ve özen isteyen, daha cesur olunması
gereken bir iştir...
Haluk Bilginer yazılmış karakterinin eksikliklerinin farkında olup
bunu kapatmaya yönelik bir performans göstermiş.
Filmin seyircilerce ‘Amerikan filmi gibi’ cümlesiyle takdir görmesi
sinema izleyicisi için bir kez daha endişe etmemize neden oluyor.
arkapencere / 05 - 11 Kasım  2010







Sosyal Medyada Paylaş :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2014. Film İzle Full Hd İzle - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger