YERLİ FİLM ZOMBİLERİN DÜĞÜNÜ
İZLEMEK İÇİN RESME TIKLAYIN..
YöneTmenler; Talip ertürk,murat emir eren
oYUnCUlar; esra ruşan, erol ozan
ayhan, rüya önal, onur buldu, Kaan
Keskin, Gülüm baltacıgil, Taner birsel
YaPIm 2010 Türkiye
Süre 82 dk.
Türkiye sinema yazarlığında böylesi bir
gelenek olmamasına karşın, Engin Ayça’dan
Mehmet Açar’a, Burak Göral’dan Necla Algan’a
uzanan bir yelpazede sektöre girme çabaları da
gözden kaçmıyor. Uzun metraj filmler çekmek
ya da senaryolarını yazmak biçiminde gelişen bu
durum, belgesel ve kısa filmler de işin içine
girince genişçe bir alana yayılıyor, ki Sinema
Yazarları Derneği’nin (SİYAD) birçok üyesinin bu
disiplinlerde çalışmaları mevcut.
Talip Ertürk ve Murat Emir Eren de birer
SİYAD üyesi, derneğin genç dimağları arasında
öne çıkanlarından. İkilinin kısa film çalışmaları
da var. Ve şimdi de onları uzun metrajlı bir
sinema filminin senarist-yapımcı-yönetmen
koltuğunda görüyoruz. “Ada: Zombilerin
Düğünü”yle ‘serbest vezin’ bir korku-komedi
anlayışının takipçiliğini üstleniyor ikili.
Özellikle Amerikan sinemasının sıkça
üzerine eğildiği ‘zombi’ (yaşayan ölü) meselesini
Türkiye sinemasına adapte etmek gibi ‘riskli’ ve
ilk kez yapılan bir işe sıvanmalarıyla baştan
takdiri hak ediyor Ertürk ve Eren. George A.
Romeo’nun dünya sineması içinde saygın bir alt
tür haline getirdiği zombi filmlerinin Türkiye’ye
nasıl uyarlanacağı konusunda bizlerin de
kuşkusu vardı bu proje ortaya çıktığında. Ama
sonucu görünce, tümüyle tatmin olmasak da
“Olabilirmiş” demekten kendimizi alıkoyamadık.Film, arkadaşlarının düğünü için
Büyükada’ya giden bir grup gencin orada
yaşadıkları zombi tehdidi üzerinden yürüyen bir
hikayeye sahip. Selim Evci’nin “İki Çizgi”sinin de
görüntü yönetmeni olan Meryem Yavuz’un
kamerasından izlediğimiz olaylar, amatör bir
kameranın olayları nasıl gördüğünü aktarıyor
bizlere. Gençler, güle oynaya geldikleri adada
dehşetin içine düşüyorlar ve bu durumdan
kurtulmanın hesabını yapmaya başlıyorlar.
Korkuyu komedi türüyle birleştirip sunan yapım,
sürekli tırmanan bir gerilime sahipse de, başta
söylediğimiz ‘serbest vezin’ anlatımın da
etkisiyle ‘komik’ bir yapıya doğru meyletmeyi de
başarıyor. Özellikle yönetmenlerden biri olan
Murat Emir Eren’in sesiyle yolunu bulmaya
çalışan hikaye, onun ‘yorumları’yla işin komedik
kısmını halletmeye çalışıyor.
El kamerası efektinin dikkat çekici biçimde
kullanıldığı Romero imzalı “Ölülerin Günlüğü”
(Diary Of The Dead) ya da Matt Reeves’in
yönettiği “Canavar” (Cloverfield) gibi yapımlar
arasında bir yerde duruyor film. Belki onlar
kadar yetkin bir çerçeve yaratamıyor, gerilimi
onlar kadar tırmandıramıyor ama ‘tehlikeli’ bir
hamlenin boşa çıkmasının da önüne geçiyor el
kamerası kullanımı. Burada Meryem Yavuz’un
projeyi özümsemesinin de etkisi var kuşkusuz.
Onun tekniğinin Eren’in seslendirmesiyle
tutturduğu senkron da es geçilecek gibi değil.
Bu konuda epeyce kafa yorulduğu apaçık ortada.
Bu filmi Türkiye sineması açısından ‘önemli’
bir yere oturtmak yanlış olur bir yandan da. Bir
‘deneme’ olarak övgüyü hak etse de, özellikle
ışık konusundaki zayıflığıyla oldukça zedeleniyor
yapım. Birçok sahnede karakterleri hapseden
karanlık, onların gerginliğini hissetmemizin de
önüne geçiyor. Öte yandan hikaye kurgusunda
da kimi eksikler göze çarpıyor. Bazı sahne
geçişlerinde önceki sahneyle sonraki arasındaki
bağlantı kopuyor, bütünlükten uzak bir yapı
kendini gösteriyor, bu da ‘anlamlandırma’
konusunda sıkıntıya sokuyor bizleri. ‘Gerilla’
tarzı film yaparken bu tür hatalar ve eksikler
lmasıysa doğal, belli ki hikayeyi tamamlayacak
çekilememiş sahneler olmuş.
Korkuyla komediyi harmanlamak zor, hele ki
bunu böyle bir geleneği olmayan bir ülke
sinemasında yapmak çok daha zor. Ertürk ve
Eren ikilisi de bu tür bir bilinçle çekmişler
filmlerini, riskin farkında olarak ve tehlikeyi
bilerek. Birçok sinemacının gösteremeyeceği bir
‘cesaret’ örneği kimliğiyle kabul görmesi
gereken bu durum, onlara belli avantajlar
sağlasa da, aynı oranda dezavantajı da
beraberinde getiriyor. Örneğin yeterince
korkutamadıkları gibi yeterince de
güldüremiyorlar, bu ‘melez’ durumun eksilerini
hanelerine yazdırıyorlar. Bu iki arada bir derede
kalmışlık, bizleri de aynı moda hapsediyor ve
nasıl tepki vereceğimizi şaşırıyoruz filmi
izlerken.Filmin en çok öne çıkan yanıysa makyajları.
Bazı yakın planlarda dikkat çeken makyajlar,
büyük uğraşlar sonucunda ortaya çıkarılmış
olduğunu hissettiriyor. Böylesi düşük bütçeli bir
filmin bu türden bir makyaj ustalığına sahip
olması da şaşırtıcı ve takdire değer bir özellik. Buağır makyajların altındaki oyuncular da rollerininhakkını veriyorlar. Makyajsız oyunculardan en
çok öne çıkanıysa Taner Birsel oluyor. Deneyimliaktör, kısa sayılabilecek rolüyle filmin ritmini
artırıcı bir kompozisyon çalışması içine giriyor.
Sırrı Süreyya Önder ve Cansel Elçin de ‘konuk
oyuncu’ kontenjanında dikkat çekmeyi başarıyor.
Film, baş karakterlerini telef etmekten çekinmeyerek
‘kahramanlaştırma’ eğiliminden kaçınıyor, artı puan topluyor.
Filmdeki helikopter sahnesi, hikayenin bütünlüğünü zedeleyen
en zayıf halka gibi duruyor.
(BU YAZI ARKA PENCERE DERGİSİNDEN ALINTIDIR.)

Yorum Gönder